Uzun yıllardır görsel değil ama yazılı sosyal medya kullanıcısıyım. Instagram ve benzeri görsel uygulamalar hiçbir zaman tarzım olmadı, bunun sebeplerini düşününce mesela: özel hayatın gizliliği, kişilerin nerede ne yaptığına ne giydiğine dair merakım olmaması ve benimkinin de merak edilmesinden haz etmemem, çok fazla uygulama demek bir günün içerisinde sosyal medyaya ayrılan sürenin abartı biçimde uzaması demek ki bu da verimlilik düşüşüne yol açıyor bu yüzden uygulamaların katma değeri üzerinden bakınca Twitter’ı tercih ettim, okumayı görmekten daha çok seviyorum, görsel uygulamaları maskeli baloya benzetiyorum, yazılı uygulamalarda doğru kişilerle iletişim & etkileşim kurulursa bunun kişinin öğrenme eğrisine katkısının büyük olduğunu düşünüyorum, vs.
Yıllar içerisinde fark ettim ki, yazılı uygulamalarda içeriği kaliteli bir post atmış bile olsanız, o postu okuyucular t kadar sürede okuyup, içerisinden 1-2 kelimeyi alıp sonraki post’a geçiyorlar. Yani içeriği portakala benzetirsek, okuyucular suyunu sıkıp vitaminini alıp (umarım), posasını atıyorlar. Ve sonra bu post unutuluyor. İşin ilginç yanı yazan kişi de o paylaşımını bir süre sonra unutabiliyor. Ta ki o post’u yazana hatırlatacak bir durum/olay oluşuna kadar da hatırlamıyor. Bizler tüketimi hep metalar üzerinden konuşuyoruz ama asıl tüketim esasında manevi boyutta hazin bir şekilde eksponansiyel olarak artıyor. Eh tabii bu benim için de geçerli. Mesela Twitter’da seneler içerisinde muazzam bilgiye sahip, düşünce biçimi fark yaratan ve kendini her gün geliştiren insanlar tanıdım. Onlardan da çok şey öğrendim, öğrenmeye de devam ediyorum. Ama fark ettim ki, bana farklı bir perspektif sunan ya da değerli bir bilgi katan bir post’u bile 24 saat sonra kimin paylaştığını unutabiliyorum bazen içeriğin önemli bir kısmını da unutabiliyorum. Bunun da sebebi ayık olduğumuz süre boyunca muazzam bir gerekli + fuzuli bilgi bombardımanına tutulmazdır. Ve böyle bir durum oluşunca üzülüyorum çünkü katma değerli paylaşım yapan birçok kişi ciddi zaman ve emek harcayarak bu paylaşımları yapıyor ve o post’a dair detayları unuttuğumda onların emeğine saygısızlık ediyormuşum gibi hissediyorum. Bu çok naif bir düşünce de olabilir hatta okurken buna gülüyor olabilirsiniz de :) Ama şarkıda dediği gibi, “Ne yapayım, ben böyleyim.” Çenem düşüktür, kısa kesiyorum ilk soruyu :) Özetle x, y, z kim olursa olsun emek ve zaman harcayarak bir post paylaştığında, son tahlilde bu post biraz suya yazı yazmak gibi oluyor. Aynı zamanda hepimizin bir bilgi dağarcığı ve nev-i şahsına münhasır bir tecrübesi var, paylaşımlarımızı yaparken bir alıcı grubu belirlemek ve onlara hitap etmek en makul yaklaşım oluyor. Ama sonuçta paylaşımı yaparken, örnek 1.000 kişilik bir bilgi+tecrübe sahibi grubu hedef alsanız bile, okuyan belki 10.000 kişi oluyor. Kalan 9.000 kişiden bazen öğrenmek niyetiyle sorular, bazen temelsiz eleştiriler hatta bazen de hakaret-amiz cevaplar alabiliyoruz. Ve emek verdiğiniz paylaşım yine suya yazı benzeri bir hale ne yazık ki bürünebiliyor.
Seneler içerisinde Twitter’da 8.000’e yakın hesap engellemişim, bunun bir kısmı sürekli reklam veren hesaplar diğer kısmı da paylaşımları/yorumları/iletişim tarzları beni rahatsız eden hesaplardır. İkinci kısımdaki hesaplar ile bireysel hiçbir sorunum yok, ifade özgürlüğüne çok büyük ve derin saygı duyuyorum ama aynı zamanda bireyin iletişim kurma tercihi bazındaki özgürlüğüne de aynı ölçüde saygı duyuyorum. Bu minvalde sadece iletişim kurmayı tercih ettiğim kişilerin paylaşımlarının önüme düşmesi içinde, bu tercihin dışında kalanları engelliyorum. Sessize de alabilirim ama burada biraz Ayn Rand’ın Hayatın Kaynağı kitabındaki Howard Roark karakterinin bir inşaatın asansöründe Ellsworth Toohey adlı gazetecinin kendisine sorduğu "Mr. Roark, we're alone here. Why don't you tell me what you think of me? In any words you wish. No one will hear us." cümlesine istinaden Roark: "But I don't think of you” cevabı devreye giriyor, hakkında düşünmüyorsan engelle, özünde tamamen görmezden gel diyorum. Bunun da egoyla bir alakası yok, beni zaman içerisinde Twitter’da tanıştığım ve yakından tanıyan insanlar bilir ki, egom yok klişesini asla kullanmam, egomu kontrol etme hususunda ciddi ölçüde efor sarf eden bir kişiliğim var. Geçen bir filmde izlemiştim, sözü tam hatırlayamayabilirim “Ego bir semptomdur. Aslında hepimizin içinde var. Ama eğer egon seni yönetiyorsa orada bir problem var demektir.” sözü çok hoşuma gitmişti ve kendimde bu sözden önemli parçalar bulmuştum. Mütevazi görünen ama bilgisiyle sosyal medyadaki kullanıcıları ezmeye çalışan, hor gören ve üst perdeden sözler seçerek kinayeli cümlelerle cevap veren kişilikleri sevmiyorum. Bildiğiniz karşınızdakilerin anlayacağı kadar ise, ya oradaki ortalamaya hitap etme gayreti göstereceksiniz ya da kısıtlı bir alıcı grubu seçerek kalanları hor görmeden onların da öğrenmelerine katkıda bulunacak ve onları motive edecek bir iletişim dile seçeceksiniz. Ben bu konuda çok arafta kaldım ama bir yıl önce hem insani hem de bilgi yönünden çok sevdiğim ve saygı duyduğum bir kişi olan e507 mahlaslı dostum bana ikinci yolun neden daha doğru olduğunu anlatarak bu tercihime katkıda bulunmuştu. Sağ olsun, iyi ki de yapmış.
Benim sosyal medya kullanımımdan herhangi bir maddi motivasyonum yok. Bireysel bir menfaatim de yok, hiçbir zaman da olmadı. Tanınmak vs. de beni mutlu eden değil, esasında rahatsız eden bir durum. Evet, yeni insanlar tanımak ve her birinden bir kelime dahi olsa öğrenmek çok mutlu ediyor ama TV’de ya da sosyal medyada olmanın benim nazarımda herhangi ruhani ya da ego bazında motivasyonu olmadı, olmayacaktır da. Ben hep söylediğim gibi her gün hatalar yapan, bu hatalardan ders almaya çalışan, iki gıdım bilgisini üç gıdım yapmaya çalışan bir bireyim. Paylaşım yapmamdaki tek amacım da karmaya olan inancım. Hani “What goes around, comes around.” diyor ya, ben öğrendiğim şeylerin önemli bir kısmını profesyonel hayatımda benim hem gelişimime önemli ölçüde katkıda bulunan hem de yöneticilik ve insani vasıflarımın gelişiminde örnek olan 2-3 kişiye borçluyum. Ben onlar sayesinde hamdım oldum, olmadım esasında belki hiçbirimiz hiçbir zaman olmayacağız ama olma gayreti gösteriyoruz, ve bunu bir geri ödeme olarak görüyorum, neyi nasıl öğrendim, ne amaçla kullanıyorum gibi nüansları öğrenme sevdası olanlarla paylaşıyorum. Bunu yaparken dediğim gibi kendim de farklı bilgi ve tecrübe dağarcığı olan insanlardan öğrenmeye devam ediyorum. İnsan bir olarak hiçbir şeydir ama insan çevresindeki diğer insanlarla gerçekten bir şey olabiliyor, hatta doğru bir çevre ile Voltran kurabiliyorsunuz. İşte yeni yıla bir Blog açma kararı ile girmemdeki motivasyonum bu oldu. Ünal Aysal’ın bir sözü vardı, “Benzeyenler, birleşirler.”, bu sözün minvalinde bu yolda tanıdığım benzer insanlarla daha farklı bir iletişim/paylaşım yolunu denemek istedim. Becerebilecek miyim, bilmiyorum. Ama hayattaki en tipik özelliklerimden birisi asla vazgeçmememdir.
Tabii bu son cümleyi Honeybadger’a bağlayacağım. Honeybadger yani Bal Porsuğu hayvanını anlatmayacağım, zaten yazı düşük çenemden dolayı uzadı, merak edenler Youtube’dan izleyebilirler, ama neden bu mahlası kullandığımı da açmak istiyorum çünkü Twitter’da hiç kullanmadım ve birçok kişi bu mahlası bugün ilk defa bende gördü. Ama bu mahlas benim için yeni bir şey değil, seneler önce profesyonel hayatımdaki işlem tarzım sebebiyle bana takılmış bir lakaptır. Honeybadger’a dair meşhur sözlerden iki tanesi beni biraz tanımlıyor. “Honeybadger never gives up” ve “Honeybadger, takes what he wants” zaten iki söz birbiriyle ilişkili. Zamanında trader iken, risk iştahı kontrolsüz derecede sınırsız (genç ve hırslıydım, bir de adrenaline düşkünüm) ve çok agresif bir traderdım, işlem tarzımı da bu karakteristik özelliklerim oluşturuyordu. Bir gün bir varlık sınıfında yaptığım hareketler sonucunda Londra’da başka bir trader bu lakabı bana takmıştı, öyle de kaldı. Ve sonra hardcore bir gamer olarak hem oyun dünyasında hem de başka yerlerde bu lakabı kullanmaya başladım. 13 sene oldu ve çok da severek kullanıyorum hatta yakın zamanda dövmesini yaptıracağım :)
Son olarak tersten gitmeyi sevdiğim için de ben kimim kısmını da aydınlatmak gerekiyor, bence önemsiz ama hep sorulduğu için havada kalmasın, suda kalsın istedim.
1985 doğumluyum, hayatım boyunca hiçbir zaman ders konusunda çalışkan birisi olmadım bu yüzden öyle Tier 1 okullarda okumadım vakıf üniversitelerinden alınmış Bilgisayar Mühendisliği, Finans ve İktisat diplomalarım var. Bazı yayınlarda kendimi anlatmam istendiğinde hep aynı cevabı veriyorum, Benjamin Franklin bir sürü sıfatı olan harikulade bir insandı (hep tavsiye ettiğim üzere okunması gereken 1 numaralı biyografidir) ve kendisine sorulduğunda tüm sıfatlarını saymadan önce ilk olarak hep Matbaacı olduğunu söylerdi. Ben de Hazine’ciyim, hayatım boyunca olmak istediğim tek şeydi ve oldum. Sonra kariyer farklı ilerledi, inişli çıkışlı ve hatalarla dopdolu bir şekilde, ve hayatın olağan akışında başka sıfatlar eklendi. Ama hiçbirini kullanmak hoşuma gitmiyor, sıfatlardan hoşlanan biri değilim, illa bir mesleki sıfatla tanımlayacaksam kendimi Hazineci tek tercihim olur. Yatırım tarzımı tanımlaması açısından da Macro Investor/Makro Yatırımcı tabirini kullanmayı tercih ediyorum, bunun da pek bir önemi yok ama hisse senedi adı paylaşmamak gibi bir kırmızı çizgim olması sebebiyle buna dair bir soru gelmesi olasılığını azalttığından da işime yarıyor :) Tüm paylaşımlarım da makro ekonomi, finans, bunların sektörlere ve tüketim davranışlarına etkisi üzerine oluyor. Sanırım evrilerek bu düzlemde olmaya da devam edecek. Ben Buffett gibi yatırımcılar yerine Dalio gibi yatırımcıları örnek alan bir kafa yapısındaydım. Sanırım finansa olan ilgim kadar iktisada da ilgim olduğu için Dalio tarzı Makro Yatırım bana daha seksi geliyor :)
Son olarak, bu blog üzerinde sizlerin değerli zamanını çalmaya devam edeceksem, hep paylaşım yaptığım konuların üzerine önemli ölçüde hayata dair paylaşımlarım da olacak. Bu da benim hayata ve alt başlık konularına bakış açımdan, hatalarım, tecrübelerim vs. gibi konular üzerinden olacak. Eh doğal olarak, burada yazarken de hatalarım olabilir ki elbet olacaktır. Saygı sınırları içerisinde her türlü eleştiriye sonuna kadar açığım, sözde değil özde açığım, bu yüzden de not defteri olarak kullanacağım bu sayfalarda yapabileceğim tüm hatalar için peşinen özür dilemeyi de bir borç bilirim.
Hayatımın ilk blog yazısı oldu, neyi neden anlattığımı da 360 derece düşünmeden bu paylaşımı yapıyorum. İlk denemenin günahı olmaz demiştim başta.
Herkese tekrardan sağlıkla ve huzurla fevkaladenin fevkinde bir 2024 yılı dilerim.
Sevgiler,
Altuğ
Altuğ bey, elinize emeğinize sağlık. Umarım uzun soluklu ve sürekli paylaşım yaptığınız bir blog olur.
Hayirli olsun Hocam çok sevindik 🦋